17 Haziran 2011 Cuma

Bana Dair...

Ben öyle hayatla ilgili büyük zorluklar yaşamadım. Yani kendi halimde yaşadığım zorluklar dışında. Bana göre büyüktü, bir başkasına göre zorluk bile değil. Ama hep anlamaya çalıştım insanların zorluklarını, başından geçenleri. Bu sadece yaşadığım yüzyıla özgü bir durum değil bu. Bruno nasıl savaş verdiyse sebebini anlamaya çalıştım, Galileo kimine savaştıysa onunla savaşmaya çalıştım kendimce. Evrensel değerlerim var benim hayata dair. Bu evrensel değerleri sahip olmak için öyle zorluk, sıkıntı yaşamaya gerek yok. Sanırım o bahsedilen ama ben farklı yerden yorumladığım kalp gözüne sahip olmak gerek.
Zorlukları görmeyen bir insan neden haksızlıkların karşısında dursun? Ya da neden sadece zorlukları gören insan bir adım öteye geçebilsin gerçeklerin?
Kendimi bulduğum zamanı hatırlıyorum. Ortaokul yıllarıydı. İkinci dünya savaşını anlatan bir kitapla başladı yolculuğum. Rena’nın Yemini. Öyle çok etkilenmiştim ki; evdeki ansiklopedilerden araştırmaya başlamıştım kitapta anlamadığım kelimeleri. İnternet de yoktu o zamanlar. Okuyup anladıktan sonra sayfayı kapatabileceğim. Küçük not defterim vardı benim. Onlara yazıyordum aklımdan kalanları. Gittikçe küçük not defterlerimin arasında kaybolduğumu hatırlıyorum. Ankara’da konur sokakta açılan kelepir kitapevi daha çok kaybolmama yardımcı olacaktı benim. Ucuzdu kitaplar. Öyle büyük heyecandı ki kitap almak, gizlice eve getirip okumak. Herşeyi bilmek istiyordum. Kimse bana al bunu oku demeden. Kendim bulmak istiyordum doğruları. Önümde milyonlarca yıl önce başlayan bir dünya, bu dünyada insanların yaşadıkları, heyecanları, kavgaları, endişeleri, düşünceleri vardı. Hepsini bilmek istiyordum.  Bildikçe de uzaklaşıyordum. Başka bir dünyam oluşuyordu sanki. Biliyordum ama paylaşamıyordum. Bilmek..16 yaşında dünyaya dair kim neyi biliyorsa o kadar biliyordum. Dünyada var olan gerçeklerde vardı. Onlardan uzaklaşmak imkânsızdı. Ama konuşamıyordum, paylaşamıyordum, anlatamıyordum. Biriktirdim içimden düşünceleri..
Bruno’yu tanıdığım yıllardı.. Bakünin okuduğum yıllar. Tanrı ve Devlet. Yıl: 1998. Öteki Kitapevi..
Ankara’nin anlamı başkadır benim için. Adilhan Çarşısı. Liseden kalma anılar. Üniversitenin ilk yılları.
Farklı olmaya çalışmadım hiç ama içimden durduramadığım düşünceler geçiyordu. Kendi bulunduğum noktadan benimle aynı yerde duranları eleştirmeye başlamıştım. Okumak lazım diyordum, daha fazla okumak, analiz etmek, sorgulamak, bir düşünceye bağlı kalmadan ama yine evrensel bir düşüncenin temelinde..
”Evrensel bir düşüncenin temelinde” çelişiyor bu kelimeler aslında ama öyle değil.. Bu düşünce öyle bir yerdeki dünyadaki herhangi bir insanın acısına karşılık gelen, yaşadıklarını tek bir kelimeyle özetleyebilen bir kelime. Bu düşünce dünyadaki çocuk ölümlerini anlatan, yoksulluğun nedenini, var olan döngüyü dünyadaki herhangi bir yerinde sana özetleyen, var olan tek gerçeği önüne koyan bir kelime..
Kalbimin en uç noktasındaki kelimeyle aynı.  Bob Geldolf’un sorduğu “hepsi bu mu?” sorusuyla eş değer…
Hep bir arka planını görmek lazım diyordum. Aynadan yansıyan görüntünün arkasındakini. Bir başka düşünce daha olmalı diyordum. Ama sonuçta bulunanlar sadece bir kelimeye bağlanıyordu.. Tek bir gerçeğe..
Dünyayı ben kurtaramam. İnsanları, çocukları iyiye, bilime, düşünceye, eleştirmeye yönlendirmektir amacım. Ama bazen bunu dünyayı ben kurtarmalıyım düşüncesiyle yapıyorum. Öyle bir hale geliyorum ki dünyanın bir yerinde açlıktan ölen bir çocuğun suçlusu benim diye düşünüyorum. Daha çok çalışmalıyım diye düşünüyorum. Daha çok çalışıp, yetiştirdiğim öğretmenlerin çocuklara vereceği eğitimi düşündükçe heyecanlanıyorum. Ama sadece eğitim vermekle kalınmamalı, bir adım daha öteye gidilmeli, hep bir adım daha öteye. O açlıktan ölen çocuğun sebebini ortadan kaldırana tek çalışmalıyım diyorum. Değiştirmeliyim insanları, onlara aynanın arkasındaki yansımayı göstermeliyim. Bu yüzden bahsediyorum derslerde dünya çocukların durumunu, oyun oynamayan çocukları, çalışan çocukları, yoksulluktan etkilenen çocukları. Bizim işimiz sadece öğretmenlik değil diyorum. Evrensel değerlere sahip insan olmalıyız en başında diyorum. Haddimden fazla şeyler söylüyorum, biliyorum.
Bruno 1500'lü yıllarda savaşırken kiliseye karşı, aslında bizlerin savaşı da aynı değirmenlere karşı olduğunu söylemeye çalışıyorum. Sadece rollerin tanımları genişledi. Düşünceler aynı.
Şu an 28 yaşındayım. Bulduğum gerçek üzerine tuğlaları dizmeye başlayalı on üç sene olmuş yaklaşık olarak. Bulduğum gerçek; yüzyıllardır hiç değişmemiş. Savunanlar değişiyor sadece. Ama kim onlar kadar cesur olabilmiş, bilemiyorum. Görevlerde değişmiş aslında. Herkes kendi bulunduğu çağa göre cesur. Benim elimden gerçekleri göstermek geliyor sadece. Gerçekleri görenlerden de aynen kabul edilmesini de beklemiyorum. Gerçeklerin arkasındaki gerçekleri ortaya çıkarmak; okula gidemeyen, açlıktan ölen çocukların sebeplerini ortaya çıkartacak başka gerçekler bulunmasını istiyorum. Ancak bu şekilde ilerlenebilir ve bir noktada buluşulabilinir. İyiye, doğruya, sorgulamaya, destek olmaya, gerçekleri göstermeye devam etmeye çalışmak. Kendim olarak kalbimin içinden geçen duyguyla yöneldiğim ve insan olmamı sağlayan bu dünyadaki en önemli görevim bu.