5 Ekim 2011 Çarşamba

Ankara

1990 yılında,  8 yaşındayken gelmiştim Başkent'e.Eylül ayıydı sanırım.O zaman kocaman bir şehirdi benim için.Babam Ankara' ya gelmeden önce çocukluluğumun en güzel zamanlarını geçireceğim yeri anlatırken, ağaçların arasından geçen bir dereden bahsetmişti.  Anlattıkça resimlerde yaptığım içinde balıklar yüzen ve dağın arasından geçen dere gelmişti zihnime. Balıkların yüzdüğünü düşündüğüm derenin,  gri-yeşil bir Ankara çayı olduğunu taşınınca öğrenmiştim. Yıllar sonra ankara çayının üzerinden geçen köprüde büyüdüğümü fark ederken balıkların da hala aynı hayalimdeki gibi derenin içinde yaşadığını düşünüyordum.
Ormanın içinde oyun oynayarak geçen bir çocukluğum vardı. İlk bisiklete binişim, ilk güzel anılar, ilk arkadaşlıklar, güzel dostluklar, saklanan sırlar.

Güzel ve küçük odamda; babamın verdiği eski kitapları okuyup, kocaman bir söğüt ağacın rüzgarda hareketini izlerken geçirdim üniversite yıllarımın büyük bir bölümünü. 

İlkokula giderken bile dersane günlerim olmuştu benim yakın tarihlerde doğan diğer arkadaşlarım gibi. Kocaman şehirde tek başına dersaneye gidecek kadar büyümüştüm.Sokaklar yabancıydı.Oysa birkaç yıl sonra yıllarımı geçirecektim o sokaklarda..
Anılar vardır sokaklarda..Her köşesinde, kiminle geçirdiğin, kimi beklediğin, kulağında hangi müzik varsa yıllar sonra geçerken aynı yerden hatırladığın o anılar. Ankara, İstanbul’a göre küçük ama belki de en yoğun şehirdir yaşanılan.
Nasıl çocukluğum ağaçların içinde geçtiyse ilk gençliğim Ankara sokaklarında geçti..
Büyüdüğüm sokakları hiç terk etmedim. Büyürken gitmediğim yerlere ise hala alışamamışımdır.
Büyüdükçe sokaklarda yaşanılanlar da değişmeye başlar, sen aynı kalırken. Sen savunduğun görüşe inat değişmemeyi tercih edersin..
Ada Müzik’ten alınan kasetten karanlıktan korkan bebekler’i dinlerken;  öteki kitapevi ve kelepir kitapevinde geçirilen bir dolu zaman. Yaş küçüktür o zamanlar cesaret ise büyük.
Unutulmuştur tüm yüzler demişti Cenk Taner. Ama o zamanlar beni ben yapan yüzleri hiç unutmadım hayatım boyunca. Olgunlar Sokak'da kitapların sattığım zamanları, tanışılan insanları, kaldırım üstüne serilen örtüden kullanılmış kaset alınan zamanları, fanzin çıkartılan ve  arkadaşlara paylaşılan anları.
O yıllara özgü yaşantılara sahipsindir ve yaşantıların farkında olmadan senin kimliğinde can bulmasıdır Ankara’yı Ankara yapan özellik.
Ankara..küçüktür ama kendi kendini yapan tüm özellikleri içinde barındıran bir şehirdir yaşayanlar için. Büyüdükçe daha bir bütün olursun şehrinle.  Gitmediğin, görmediğin, bilmediğin yerler mutlaka vardır ama tahmin edersin nasıl olduğunu. Duvarın boyasını, içinde kimlerin yaşadığını uzaktan görünce anlarsın hemen.
Gri- beyaz güzel bir renktir şehrime yakışan..Ankara Kalesinden tepeden bakarken fark edersin bunu bir kış sabahı.
Anılar o kadar sadıktır ki sana; yıllar sonra o kişiyi beklerken aynı yerde, aynı duyguları sana tekrar yaşatır. O an söylenilen bir söz, bir bakış, bir hareket şu an seni o ana götürecek kadar güçlü kılar.
Yıllar sonra sokaklarını özlediğin kentin; seni sen yapan ve bir anlamda da Ankara’yı Ankara yapan karakterlerin arkasından, beyazcamda görüntülerini izlerken zamanın ne kadar hızlıca geçtiğine anlam veremezsin.
Ankara aynı senin gibi içinde taşıdığı görüşe inat değiştirmez kendini.
Ankara; en yakınlarının hayatlarını paylaşırken öyle bir büyük anlamları biriktirir ki hatıralarıyla, ancak fark edebilirsin uzun bir süre ayrı kaldığında.
Büyüdüğün sokakları ve büyürken dinlediğin şarkıları tekrar duyduğunda aklından geçenlerdir yukarıda yazılanlar. Ancak yıllarını Ankara’ya verenler, büyüdüğü o sokaklara ait anıları gözlerinden geçerken anlayabilir seni.

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Bir Oyun Başlatır Her Şeyi..


Çocukların sevdiği ve benim de çocukken oynadığım bir oyun vardı domino taşlarıyla oynanan. Domino taşlarının üzerindeki sayı veya resimleri yan yana getirmekle oynanan oyun dışında sırayla dizilir ve bir fiske veya dokunuşla hepsinin birbiri arkasına yıkılmasını zevkle izlerdik. Oyun zevkli ve kısa sürerdi ve taşları birbirine yakın halde dizmek ve aynı düzlemde olmasını sağlamak zor olurdu.
Domino taşlarının yıkılırken ortaya çıkan ahenk hepimizi büyülerdi…
Domino taşlarını devirmek bir o kadar kolay ve bir o kadar zordur aslında. Aynı mesafede ve aynı düzlemde dizmek zorundasın. Ne çok yakın olacak ne de çok uzak. Bir yerde yapılan bir hata ilerlemesine engel olabilir. Domino taşlarının yıkılışını izlerken devinimi ilk başlatan unutulur her zaman. Yıkım sözcüğü belki bir çok insan için kötü çağrışımlar akla getirebilir ama benim burada bahsetmek istediğim çok farklı.Tüm domino taşlarının yıkışından sonraki görüntüye ulaşmak için değişimi izlemek ve takip etmek anlamıdır kastettiğim. Bir yıkım her zaman ileriye gitmelidir, ileriye dönük değişimi başlatmak için.  
Bizler hayatta domino taşları gibi dizilimlere, düzene çok önem veriyoruz. Aynı şekilde domino taşlarının devinimini görmek için ayrıntıyla dizdiğimiz gibi. Ama hep ilk domino taşının yıkılmasına neden olan, büyük değişimi başlatan ilk adımı unutuyoruz. Rüzgar olabilir bu, bir fiske veya ufak bir dokunuş.
İlk adımı başlatmak..her şeyi değiştiren sonunda güzel bir görüntü elde edilmesini sağlamak için bir şey yapmak..ilk adımı atmak için güçlü olmak gerekir.
Hayatta büyük değişimleri başlatan ve ilk adımı atan insanların lider özelliği taşıyan insanlar olduğunu söylerler kişisel gelişim kitapları. Lider olmaya yarayan kitaplar vardır günümüzde, geçmişte var olanları görmezlikten gelinerek yazılan. Rönesans ve Reform hareketi başlatanların, Fransız Devrimi yapanların, Mustafa Kemal Atatürk’ün; Nelson Mandela’nın, Martin Luther King’nin; Gandi’nin ve toplumları ileriye götüren diğer kişilerin zamanında yazılmamıştı halbuki. Onlar; o kitapları okumadan, çok daha büyük domino taşlarının yıkılmasını sağladılar kendi yaşadıkları coğrafyada.
Hayatta diğer insanlar ise kendi bulundukları alanda küçük domino taşlarını yıkılmasını sağlar ve bilirler ki o küçük domino taşları kendilerinden çok büyük domino taşlarının yıkılmasını sebep olur. O insanlarla büyük domino taşlarının yıkılmasını sağlayan insanların ortak özellikleri vardır. Yıkımları, büyük değişimleri başlatan kişiler farkında olmadan birbirinden haberdardırlar ve izlerler birbirlerini. İnsanlığı; güzele, doğruya, bilime, iyi olana, erdemli olana, eleştirmeye, sorgulamaya, aydınlatmaya, karşı çıkmaya, düşünmeye sevk ederler. Bu insanların çalıştıkları ve ilgilendikleri alanlar farklı olabilir, çocukları gözlemleyen bir araştırmacı, laboratuarda çalışan bir biyolog, güneşin altından eski uygarlıklara ait bir kalıntıyı itinayla çıkartmaya çalışan bir arkeolog, kemikleri inceleyen bir antropolog, hayatı, insanların zorluklarını anlatan bir şair ve hislerini ve hayatı başka bir gözle somutlaştıran bir ressam, yaşamlardan beste yapan bir müzisyen, insanların yaşamlarını anlatan bir yönetmen, sınıfında çocuklara yeni bir bilgi öğretmeye çalışan bir öğretmen, yaşamı ve mesleğini ciddiye alan bir insan.Hepsi kendi yaşadığı alanda ufak domino taşlarını yıkan ilk adımı atarlar. Ve ilk adımı atacak güç kişisel gelişim kitaplarından alınmaz; doğuştan gelen bazı mizaç özellikleri böyle insanları ortak bir amaç için bir araya getirir. Sen farkında olmadan onlarla beraber aynı safta olursun.
Dünya’da 7 milyar kişi yaşadığı söyleniyor. Kitaplarını, resimlerini, eserlerini, söylemlerini takip ettiğimiz; dünyaya kendine ait bir şey bırakan kaç kişi var bilmiyorum. Bu insanların ortak özellikleri kendilerini takip eden kişiler gibi aynı aslında. Dünyaya, dünyanın içinde yaşayan insanlara ait bir şeyler bırakmak isteyen kaç kişi var? Akademik bir makaleden bahsetmiyorum ben. Bilim yapmaya çalışan bir insanın zaten yapması gereken bir görev bu. Akademisyen isen; gözlemlerini ve bulgularını bilimsel temelle dayandıracaksın söylemlerinin sağlam olması için.
İnsanlığa ait bir şeyler bırakmak… Bir ülke yaratmak, bir rejim kurmak, insanları arkadan sürüklemek çok zor olabilir; veya bir kitap yazmak, bilimsel bir bulgu ortaya koymak, bir beste, bir şiir veya bir sanat eseri yaratmak bir beceri gerektirebilir. Veya bunların hiçbirini de yapılamayabilir. Ama ortaya koyulan insanlara ait eserlerden alınacak bir güçle bir dokunuş yaratılabilir küçük domino taşlarını yıkmak ve sonrasında o küçük domino taşlarının büyük domino taşlarına nasıl ulaştığına görmek için. Ve senin de eserin domino taşlarından oluşan ahenkten bir parça olur. Dünyaya insanlığa ait bir eser bırakmak böyle mümkün olabilir. İleriye yönelik değişimi sürdürmek; değişimi başlatmak kadar önemlidir. Bazen durur değişim ve ufak bir dokunuş yeterli olur tekrar ilermek için.
Oyun Kuramcısı Mildred Parten’ nin 1929 yılında gözlemlerinin yaptığı oyun alanında 2011 yılında gözlemler yaparken bunları düşündüm. Onun küçük domino taşlarındaki başlattığı devinim; beni buralara getirdi. Ayrıca ortak özellikleri olan insanlardan edindiğim bilgiler, duygular, erdemler, düşünceler sebebiyle de geldim aslında. Her bir domino birbirinden farklı bir insan gibi yaşamda, her dizilim kendine ait yaşam ve başka özellikleri içeriyor. Burada dâhil olduğum ve farklı dizilimlerden öğrendiğim birçok deneyim, bilgi ve yaşantı var. Bir domino taşını yıkan bir fiskenin veya dokunuşun güçlü olması gerekir. Çünkü karşılaştığın ilk domino taşının ne kadar güçlü olduğunu, nasıl ve ne ile yıkılacağını ve değişeceğini bilemezsin. Bu yüzden donanımlı, sağlam, kararlı, bilgili olmak ve değiştireceklerini iyi tanımak gerekir. Bu sebeple de kendi düşüncelerini ortaya koymak için; sayısız gözlem yapmak,  insanları tanımak ve onların düşüncelerini değerlendirmek gerekir.  Sen ilk adım için güçlü ve dolu olmazsan; bulunduğun dizilişteki tüm yıkımı gerçekleştiremezsin.
Dünyaya ve insanlığa; yazılarımla, anlattıklarım, savunduklarım, öğrendiklerim ve yazdığım ve yazacağım makaleler dışında bırakabileceğim bir eserim yok benim. Ancak yıkışı sağlamak için beni ben yapan düşünceler ve öğrendiklerimle büyük değişimleri başlatan kişilerle birlikte bir araştırmacının, bir arkeologun, bir antropologun, bir biyologun, bir öğretmenin, bir ressamın, bir şairin, bir yönetmenin yaptıklarından bahsedebilirim daha da güçlenmek ve etkilemek için diğer domino taşlarını.
 “Domino taşlarına vurulan ilk fiske olmak istiyorum hayatta.” evet benim cümlem bu. Dizilmiş bir düzeni ileriye doğru etkileyen, deviren, yönünü değiştiren ve değişimleri yaratan biri olmak istiyorum. Domino taşları yıkıldıktan sonra ortaya çıkan eserle ortak değerleri ve ortak amaçları olan insanlarla beraber yapacağım en büyük eserim bu olacak dünyaya.

17 Haziran 2011 Cuma

Bana Dair...

Ben öyle hayatla ilgili büyük zorluklar yaşamadım. Yani kendi halimde yaşadığım zorluklar dışında. Bana göre büyüktü, bir başkasına göre zorluk bile değil. Ama hep anlamaya çalıştım insanların zorluklarını, başından geçenleri. Bu sadece yaşadığım yüzyıla özgü bir durum değil bu. Bruno nasıl savaş verdiyse sebebini anlamaya çalıştım, Galileo kimine savaştıysa onunla savaşmaya çalıştım kendimce. Evrensel değerlerim var benim hayata dair. Bu evrensel değerleri sahip olmak için öyle zorluk, sıkıntı yaşamaya gerek yok. Sanırım o bahsedilen ama ben farklı yerden yorumladığım kalp gözüne sahip olmak gerek.
Zorlukları görmeyen bir insan neden haksızlıkların karşısında dursun? Ya da neden sadece zorlukları gören insan bir adım öteye geçebilsin gerçeklerin?
Kendimi bulduğum zamanı hatırlıyorum. Ortaokul yıllarıydı. İkinci dünya savaşını anlatan bir kitapla başladı yolculuğum. Rena’nın Yemini. Öyle çok etkilenmiştim ki; evdeki ansiklopedilerden araştırmaya başlamıştım kitapta anlamadığım kelimeleri. İnternet de yoktu o zamanlar. Okuyup anladıktan sonra sayfayı kapatabileceğim. Küçük not defterim vardı benim. Onlara yazıyordum aklımdan kalanları. Gittikçe küçük not defterlerimin arasında kaybolduğumu hatırlıyorum. Ankara’da konur sokakta açılan kelepir kitapevi daha çok kaybolmama yardımcı olacaktı benim. Ucuzdu kitaplar. Öyle büyük heyecandı ki kitap almak, gizlice eve getirip okumak. Herşeyi bilmek istiyordum. Kimse bana al bunu oku demeden. Kendim bulmak istiyordum doğruları. Önümde milyonlarca yıl önce başlayan bir dünya, bu dünyada insanların yaşadıkları, heyecanları, kavgaları, endişeleri, düşünceleri vardı. Hepsini bilmek istiyordum.  Bildikçe de uzaklaşıyordum. Başka bir dünyam oluşuyordu sanki. Biliyordum ama paylaşamıyordum. Bilmek..16 yaşında dünyaya dair kim neyi biliyorsa o kadar biliyordum. Dünyada var olan gerçeklerde vardı. Onlardan uzaklaşmak imkânsızdı. Ama konuşamıyordum, paylaşamıyordum, anlatamıyordum. Biriktirdim içimden düşünceleri..
Bruno’yu tanıdığım yıllardı.. Bakünin okuduğum yıllar. Tanrı ve Devlet. Yıl: 1998. Öteki Kitapevi..
Ankara’nin anlamı başkadır benim için. Adilhan Çarşısı. Liseden kalma anılar. Üniversitenin ilk yılları.
Farklı olmaya çalışmadım hiç ama içimden durduramadığım düşünceler geçiyordu. Kendi bulunduğum noktadan benimle aynı yerde duranları eleştirmeye başlamıştım. Okumak lazım diyordum, daha fazla okumak, analiz etmek, sorgulamak, bir düşünceye bağlı kalmadan ama yine evrensel bir düşüncenin temelinde..
”Evrensel bir düşüncenin temelinde” çelişiyor bu kelimeler aslında ama öyle değil.. Bu düşünce öyle bir yerdeki dünyadaki herhangi bir insanın acısına karşılık gelen, yaşadıklarını tek bir kelimeyle özetleyebilen bir kelime. Bu düşünce dünyadaki çocuk ölümlerini anlatan, yoksulluğun nedenini, var olan döngüyü dünyadaki herhangi bir yerinde sana özetleyen, var olan tek gerçeği önüne koyan bir kelime..
Kalbimin en uç noktasındaki kelimeyle aynı.  Bob Geldolf’un sorduğu “hepsi bu mu?” sorusuyla eş değer…
Hep bir arka planını görmek lazım diyordum. Aynadan yansıyan görüntünün arkasındakini. Bir başka düşünce daha olmalı diyordum. Ama sonuçta bulunanlar sadece bir kelimeye bağlanıyordu.. Tek bir gerçeğe..
Dünyayı ben kurtaramam. İnsanları, çocukları iyiye, bilime, düşünceye, eleştirmeye yönlendirmektir amacım. Ama bazen bunu dünyayı ben kurtarmalıyım düşüncesiyle yapıyorum. Öyle bir hale geliyorum ki dünyanın bir yerinde açlıktan ölen bir çocuğun suçlusu benim diye düşünüyorum. Daha çok çalışmalıyım diye düşünüyorum. Daha çok çalışıp, yetiştirdiğim öğretmenlerin çocuklara vereceği eğitimi düşündükçe heyecanlanıyorum. Ama sadece eğitim vermekle kalınmamalı, bir adım daha öteye gidilmeli, hep bir adım daha öteye. O açlıktan ölen çocuğun sebebini ortadan kaldırana tek çalışmalıyım diyorum. Değiştirmeliyim insanları, onlara aynanın arkasındaki yansımayı göstermeliyim. Bu yüzden bahsediyorum derslerde dünya çocukların durumunu, oyun oynamayan çocukları, çalışan çocukları, yoksulluktan etkilenen çocukları. Bizim işimiz sadece öğretmenlik değil diyorum. Evrensel değerlere sahip insan olmalıyız en başında diyorum. Haddimden fazla şeyler söylüyorum, biliyorum.
Bruno 1500'lü yıllarda savaşırken kiliseye karşı, aslında bizlerin savaşı da aynı değirmenlere karşı olduğunu söylemeye çalışıyorum. Sadece rollerin tanımları genişledi. Düşünceler aynı.
Şu an 28 yaşındayım. Bulduğum gerçek üzerine tuğlaları dizmeye başlayalı on üç sene olmuş yaklaşık olarak. Bulduğum gerçek; yüzyıllardır hiç değişmemiş. Savunanlar değişiyor sadece. Ama kim onlar kadar cesur olabilmiş, bilemiyorum. Görevlerde değişmiş aslında. Herkes kendi bulunduğu çağa göre cesur. Benim elimden gerçekleri göstermek geliyor sadece. Gerçekleri görenlerden de aynen kabul edilmesini de beklemiyorum. Gerçeklerin arkasındaki gerçekleri ortaya çıkarmak; okula gidemeyen, açlıktan ölen çocukların sebeplerini ortaya çıkartacak başka gerçekler bulunmasını istiyorum. Ancak bu şekilde ilerlenebilir ve bir noktada buluşulabilinir. İyiye, doğruya, sorgulamaya, destek olmaya, gerçekleri göstermeye devam etmeye çalışmak. Kendim olarak kalbimin içinden geçen duyguyla yöneldiğim ve insan olmamı sağlayan bu dünyadaki en önemli görevim bu.

20 Mart 2011 Pazar

Sınırda Yaşamak...

sınırda yaşamak, yani sınır çizgisinin tam ortasında bulunmak. farklı iki tarafın tam ortasında.

farklı iki anlamı da içeriyor aslında. gerçekten iki farklı ülke sınırında yaşamak bir de davranışlarının sonuçlarını ne olacağını bilmeden öylesine yaşamak.

tanımlar çoğalabilir.

sınırda yaşamak. sınırı oluşturan iki tarafın ne ile tanımlandığını sadece yaşayanın bildiği durum ve ruh hali.

şu an türkiye saatini yaklaşık sekiz saat geriden takip ediyorum. burada hava kararmak üzere.bilim uğruna buralara gelmeden önce tek dileğim arkamdan bıraktığım insanları döndüğümde sağ salım görmekti. şimdilik bir sorun yok bu kısımda. işte bazen düşünüyorum, hayat öyle bir şey ki evden çıkarken ne olacağın düşüncesi hiç olmuyor aklında. bulamadığın ama gerekli olduğunu düşündüğün bir makale geçiyor o an aklından. okulda da başka arama motorlarından tararsın diye düşünüyorsun. tek derdin yapacağın araştırmanın başvurusunu yetiştirmek veya araştırma için farklı ve alana katkı sağlayacak hipotezler kurmak.yemek yeme bile lüksün olmuyor. yani oluyorda, hayatta kalmak için işte.

....
çok uzak bir yerlerde nükleer santral içinde hayatlarından vazgeçmiş insanlar için sınırda yaşamak farklı bir anlamı ifade ediyor, senin için, benim için , onlar için farklı.

onlar ne için savaşıyorlar hayatlarında, sen ne için uğraşıyorsun?
....

sonra hayatındaki tüm sevdiklerin geçiyor aklında.ailen, sevdiğin, arkadaşların, akrabaların.burada tanışacağın insanlar için iki gün boyunca çetik ören anneannen geliyor. sen okula giden karlı bir yolda yürüyorsun. sevdiklerinin bir gün yok bileceğini düşünmeden. bir şey olsa bile yarın hemen gidemezsin ki yanlarına.hayat sana bu şekilde yaşamanı sağlıyor. bulacağın makale o an için nedense her şeyden önemli olabiliyor.

hayata insanlar yeni insanlar getiriyor. sevdikleri için bebek yapıyorlar. aile oluyorlar.sonra iki insan birbirleriyle yaşayarak ölümü bekliyor.

sanırım ben bunu kabul edemiyorum. insan hayatta neden bir gün öleceğini bilerek yaşar ki? neden çok seveceği birisini bir gün öleceğini bilerek dünyaya getirir? ben burda tüm sevdiklerimin benden uzakta başlarına kötü birşey gelmesinden korkarak yaşamaya başladığımı hissediyorum.

işte bir yanım bir amaç için deli gibi uğraşırken sınırın diğer yarısında diğer bir yanım özlemle karışık korku büyütüyor içimde.düşüncelerime hakim olamıyorum.

sınırın ortasında ben kayboluyorum.

12 Şubat 2011 Cumartesi

geldim, burdayım ve tam da ortasındayım herşeyin..

Gelmek için çok mu uğraştım? Sanırım evet. Peki ne için? Alanda gerçek anlamda bilimsel çalışmalar yapmak, başka bir gözle görebilmek, okul öncesi eğitimi anlayışını, üniversite yaşamını deneyimlemek için..
Buraya bir çok akademik cümle yazabilirim sanırım.ama bu kadar yeter.


Gelmem bir olay oldu biliyorum,nasıl geleceğim, nerde kalacağım, nasıl olacağım ve daha bir sürü soru. Hepsi cevaplandı ve kafamdaki soruların da zamanı gelince cevaplanacağını biliyorum.


Gördüklerimi ve yaşadıklarımı yazmam gerek unutmamak için. İnsan, ne kadar da az şey yazmaya başladı paylaşmak için. Nedense bana öyle geliyor. Önceden yaşadıklarımı sığdıramazdım defterlere, şimdi ise zamanın olmamasından yakınıyorum. Bence kocaman bir yalan. İnsanlar daha çok nasıl tüketebiliriz anlayışını paylaşımlara döktü ne yazık ki. "Bugün ne düşünüyorsun?" sorusu önceden bu kadar çok çıkar mıydı karşımıza? Ya da bu soruyu gerçek anlamda sorsak, şimdi yaşanılan dünya bu hale gelir miydi?


Dünyanın öbür ucunda; dünyanın her yerinde insanlar yaşıyor. Ben geceyi yaşarken, başka bir yerde insanlar güne merhaba diyor. Başka bir yerde temiz su bulabilmek için kilometrelerce yürüyor insanlar ya da biraz daha cips almak için arabasına atlayıp yakınındaki markete gidiyor bir diğeri. Her şey, iyi veya kötü, savaş veya barış, açlık veya tokluk hepsi bu dünyada yaşanıyor ve insanlar sadece kendi yaşamını yaşıyor.




Küçükken sevdiğim şehirden uzakta olduğumda sevdiklerimi yanımda hissetmek için gökyüzüne bakardım. Gökyüzü hep aynı ya, o zaman bana öyle gelirdi, belirli yıldızlar en azından aynı yerde dururmuş gibi..İşte aynı gökyüzü altında olduğumu düşünür, mutlu olurdum. Şimdi gökyüzülerimiz bile farklı..


Burda günlerim şu an için çok heyecanlı geçmiyor. Labaratuvara gidiyorum. Makale okuyorum. Kütüphaneye gidip makale çıktısı alıyorum. Peter'a soru soruyorum. Doktora dersi izliyorum. Dersin adı "Sosyal Gelişimde Süreçler" olmasında rağmen derste; "evrimsel psikobiyoloji" anlatılıyor. ( Biz hala evrim kelimesinden korkmaya devam edelim). Eğitimim başladı, yani başlamış olduğunu varsayıyorum. Daha gözlem yapmaya başlamadım ama eğitimin giriş kısmını tamamladım. Okumam gereken makaleler var.Burda bana sunulan fırsatlar aklımI karıştırdığı için yeniden aklımdakileri  bir düzene koymam gerekiyor. Umarım fazla zamanımı almaz.


Amerikalılar gerçekten garip insanlar.  Tanıdıklarımın sayısı daha çok az ve onları çok iyi tanıdığımı söyleyemem ama nedense çekiliş türü etkinliklere çok meraklılar. Bir de herkes yiyecek almak için kupon biriktiriyor. Ucuzluk kuponları. Bizim hayatımıza yeni giren, şu internet üzerinden alınan, yüzde elli indirimli kuponlar gibi.Burda gazetelerin verdiği ekleri toplayıp kocaman bir cilt kitap yapabilirsiniz sanırım.


Katıldığım o konferanstan sonra tek bir cümle yazmak gerekirse o şu olurdu sanırım: Bizim daha çok ama çok çalışmamız gerek çocuklar için. Tamamen okul öncesi eğitimi sil baştan başlamak gerek. Okul öncesi eğitim sadece okullarda yok burda. Her yerde. Televizyonda da var. Dün dinazorlar ilgili bir çizgi film izledim. Tamamen öyküsel. Yavru dinazorların maceralarını anlatıyor. Çizgi film bittikten sonra bir antropolog çıkıp çocukların yaşına uygun bilimsel bilgi veriyor dinazorlar hakkında. Evrimi anlatıyor. Bizim ülkemizde bunu yapabilir miyiz?




Bulunduğum enstitünün altında anaokulu var. Onlara göre laboratuvar okulu. Gerekli yerlerle görüştükten sonra haftada bir gün öğleden sonra bir sınıfa öğretmenleriyle birlikte girmeyi planlıyorum.


Umarım benim için tam anlamıyla 7 ay verimli geçer. Bir ayı geri de bıraktım bile. Bundan sonra herşey daha güzel ve istediğim gibi geçsin ki döndüğümde iyi ki gitmişim diyebileyim.


Daha yazılacaklar var elbet. Konferans notları, yeni haberler, katılacağım yeni kongreler.. Hepsini anlatacağım, bunun için zamanım var. En azından "bugün ne yaptın?" sorusunu düşündüğüm kadar.Gerçi, bu soru benim için burda bugün tezin için ne yaptın sorusuna dönüştü ve bugün ben tezim için bir şey yapmadım ama çok güzel kurabiyeler pişirdik Emily ile, Sevgililer Günü için.. Bu da gerekli arada sanırım.

Kapitalizmin göbeğinde Sevgililer Günü'nü de yaşamak varmış..

19 Kasım 2010 Cuma

uzun zaman sonra...

Sevgili YÖK yazdığım mektuplara dayanamadı ve bana burs vermeyi uygun buldu. Bir çok işimi hallettim. University of Minnesota'dan gelecek DS-2019 formunu bekliyorum. Pasaport, bilet ve vize işlemlerim var sırada.

Şu an Minnesota'nın hava sıcaklığı gündüz -2 derece. Ocak ayının başında gideceğim için o zaman sıcaklık  kaç derece olur bilemiyorum. Ev sorununu henüz çözmüş değilim, iyi niyetimin beni götürdüğü yere gideceğim.

Aslında yazacak çok kelimelerim var ama bazen sadece düşünmek bana yeterli olabiliyor. Amerika'ya gidince sadece düşünmenin yeterli olmayacağını biliyorum. Bu yüzden belki de biriktiriyorum kelimeleri içimde. İnsan bazen de söylemek, düşünmek istemediği şeyleri geçiştiriverir.Sanırım benim için de şu an öyle.

24 Ekim 2010 Pazar

ozgesdream hakkında

Böyle bir şeyi neden yaptım? Aslında hep aklımda vardı. 1996 yıllından beri defterlerim oldu, aklıma geldikçe yazdım hep.Bilgisayar hayatımıza girdiğinden beri kalem; klavye oldu bir çok insan için, defter/ajanda ise "word belgesi". Sanal ortamı sevemedim hiç. Deftere, kağıda, kaleme dokunmak gerek. Islandığında mürekkebin dağılması gerek. Bir çok kez denedim klavyeden birşeyler yazmak için ama hiç bir zaman beceremedim. Simdi ise bir mecburiyet oldu aslında böyle bir "günlük" (blog) sayfası açmak.

Az önce baktım takvime; 10 haftadan biraz fazla zaman var Amerika'ya gitmek için.Süreç aksaklıklara rağmen devam ediyor..

Amerika hiç bir zaman bir rüya olmadı benim için,  hatta her zaman bir adım uzaktan izlemeyi tercih ettiğim ülkelerden biri oldu. Ama gitmek gerek, eğitim adına, gelecek adına. Okul öncesi eğitim alanında nitelikli ve kaliteli örnekleri ülkeme getirebilmek, ilerde yapılacak olan çalışmalarla eksikleri gidermek adına..Bu saydıklarım belki de çok uzaklardaki hedefler, döner dönmez hemen yeni projelerle başlayamayacağım ne yazık ki kaldığım yerden. Keşke öyle olsaydı ama. Akademik yaşamda sorun odaklı ilerleyebilseydi projeler.

Doktora tezimle ilgili çalışmak için gidiyorum Minnesota Üniversitesine. Daha sonraki sayfalarda gittiğim yeri burdan paylaşacağım sizlerle.

Türkiye'de olmadığım zamanlarda bir iletişim yeri olacak burası.Aileme, sevdiklerime ve öğrencilerime buradan ulaşabileceğim.Bir nevi öğrencilerim için danışmanlık devam edecek, onlara okul öncesi eğitimi alanıyla ilgili yeni bilgiler vermeye çalışacağım bir yandan; bir yanda da  ailemle ve sevdiklerimle de orda yaşadıklarımı ve yaptıklarımı paylaşacağım. Yaşadığım, çalıştığım yerleri burdan gösterebileceğim sizlere. Yaşanacak özlem biraz olsa da azalacak böylece.

Heyecanlı mıyım? Sanırım henüz daha başlamadı heyecan, kaygı da hissetmiyorum şimdilik.Sanırım daha olan bitenin farkında değilim..Aklımda daha önemli gördüğüm sorunlar, bitirmem gereken işler, gidene kadar yerine getirmem gereken sorumluluklarım ve her hafta yoğun bir şekilde geçecek programım var. Bunlardan arda kalan zamanlarda ise gideceğim için benden daha heyecanlı olan  ailemle, üzülen ve kaygılanan sevdiğimle uğraşıyorum.

Orda kimlerle karşılacağım ve neler yaşacağım hakkında hiç bir fikrim yok Üzülebilirim, kırılabilirim, mutlu olabilirim, mutsuz da olabilirim.Hepsini yaşamak gerek, yaşamda nerde olursa olsun bunlar var ve hepsi de insanlar için..İnsanlar için olmamasını dilediğim üç şey var sadece; açlık, yoksulluk ve savaş. Bu üçünün insanlara yaşattığı duyguları ve kendilerini ortadan kaldırmak isterdim..

"Fırsatlar ülkesi" ! "Amerika'ya" gidince şu an savunduğum düşüncelerim ne kadar değişebilir bilemiyorum. Sadece açlık, yoksulluk, savaş adına söylemiyorum. Hiç bir insanın, bu üçünün dünyada olması gerektiğini savunacağını düşünmüyorum.. Benim demek istediğim "Evet, ben de olmasını istemiyorum" demekten daha başka bir şey. Adil ve eşitlikçi bir ülke/dünya için düşündüklerim, olması gereken çözümler, şu an gündem de olan "özgürlük" anlayışından daha farklı bir özgürlük anlayışı..Yaşanılan örnek ülkeler var önümüzde. (Amerika değil tabiki bu..Ama onun iyi anlaşamadığı ülkeler var ;) )
Bütün aklımdan geçenler için gideceğim yerde olan biteni görüp, yaşamak gerek. Orda bulunup, tüm dünyaya ordan bakmak, izlemek ve takip etmek gerek. Değişecek düşüncelerim ve şu an olduğundan daha da ileriye gidecek eminim.

İşte bu yüzden dedim Özge'nin rüyası diye..Benim rüyam tüm insanlık adına..Hep öyleydi ve öyle olacak..